ÇENNET ÇİÇEGİ ŞEHİDE
 
ŞEHİD METİN YÜKSEL
“Hakkı müdafaa etmek en büyük ibadettir.”  
  Ana Sayfa
  Ş.METİN YÜKSEL RESİMLERİ
  Ş.METİN YÜKSEL'İ ANMA RESİMLERİ
  Ş.METİN YÜKSELİN KIZ KARDEŞİ süreyya yüksel
  MOLLA SADRETTİN YÜKSEL ŞEHİT METİN YÜKSELİN BABASI
  ŞEHİD BİLAL YALDIZCI - ( 25 EKİM 1987 )
  Şehid Hızır Ali Muratoğlu (Rha.)
  Malcolm X--Siyahîlere Evrensel Mesajımızı Taşıyan Mücahid
  Bir Şahid, Bir Şehid: Sedat Yenigün
  Şehid Ali Soylu
  Bir şahid, bir şehid: Sedat Yenigün
  Qassam Şehidleri..
  ŞEHİD CEVHER DUDAYEV
  Şeyh İzzettin Kassam
  ŞEHİD Abdülaziz Ali er-Rantisi
  ŞEHİD Hasan el Benna
  ŞEHİD SEYYİD KUTUP
  ŞEHİD ABDULKADİR UDEH
  ÇÖL ASLANI ŞEHİD ÖMER MUHTAR
  ŞEHİD MUSTAFA BİLGE
  Sehid Seyh Abdullah Yusuf Azzam
  ŞEHİD Seyh Ahmed Yasin (r.a)
  Şehid Hasan Yeşil
  Şehid Abdullah Gülbahar
  Şehid Erdoğan Tuna
  Şehid Halil Çetin
  Şehid Mustafa Emeksiz
  İletişim
  İSRAİL BOYKOT ÜRÜNLERİ VE FİRMALARI
“Hakkı müdafaa etmek en büyük ibadettir.”
Bir Şahid, Bir Şehid: Sedat Yenigün

Bir şahid, bir şehid: Sedat Yenigün

 

Yaşadığımız topraklar ne zamandır insan fıtratına uygun olanı, İslami bir duyarlılıkla arayan ve sorunlarını görev bilinciyle tartışan insanlara hasret bir çoraklığa tanık oldu. Bu çoraklık içinde, yaşadığımız toprakların insanlarına arınmanın, kurtuluşun, aydınlığın yolunu gösterecek insan unsurunun yetişmesi pek kolay olmadı. Yollan yol tembellerinin doldurduğu; yolları istikamet saptıran insanlık düşmanı rejimin ve emperyalist güçlerin tıkadığı bir donemde, yolda olmak ve doğru yolu bulup yol göstermeye çalışmak gayreti azımsanacak bir çaba değildi.

 

5 Temmuz 1980 tarihi, bu çabalarla bütünleşmiş, bu çabalarla ümitlenmiş ve bu çabaların taşıyıcısı Türkiyeli müslümanlar için elem verici bir gündü. 5 Temmuz 1980 tarihi, bu çabaların gönüllü neferi Sedat Yenigün'ün karanlık eller tarafından alçakça kurşunlanarak şehid edildiği bir muhasebe günüydü.

 

1950 Erzincan doğumlu olan Sedat Yenigün; ülke insanlarının ufuklarının daraltıldığı, yollarının tıkandığı, şaşkın kalabalıkların modernizm ve batıl ideolojilerin çukuruna itildiği bir dönemde bütün 1970'li yıllar boyunca tevhide, Kur'ani aydınlığa ulaşabilmek ve insanları hidayete yönelebilecekleri bir mücadeleye sevketmek amacıyla yoğun çabalar sarfeden ender simalardan biriydi.

 

Sedat, İslam'ı yaşama aşkının, İslami bilinçlenme sevdasının, İslami kardeşlik ve İslami mücadele ruhunun mümtaz taşıyıcılarındandı. Onun İslam'ı kavrayışında gösterdiği fikri ve eylemsel gelişmeler bir nevi Türkiye'deki tevhidi bilinçlenme grafiğine uyum sağlayan bir seyir izlemiştir. O, İstanbul Vefa Lisesi'nde okuduğu yıllardan itibaren ulaştığı doğruları, ilgi gösterecek veya ilgisi uyandırılacak kişilere mutlaka yazılı veya sözlü olarak aktarma gayreti içinde olmuştu.

 

Sedat, bilginin peşinden; aydın olmak, kariyer yapmak, statü kazanmak kompleksi ile değil, daha iyi bir amele ulaşmak, daha sahih ve organize bir mücadeleyi güçlü kılabilmek amacıyla, mümince bir sorumluluk azmi içinde koşmuştu.

 

O, Türkiye coğrafyasında tecrübe kazanmış ve örnekliği bulunan bir mirası devralmadı. O, özellikle düşünsel netleşme ve tevhidi yeniden keşfetme sürecinde bir çok süfli alışkanlığı ve anlayışı tartışarak, deneyerek düzeltme çabası içinde oldu. O ve onun gibiler 1980-1990 kuşağına büyük çabalarla taşıdıkları ve devrettikleri birikimi kolay elde etmediler. Sağcılık'tan Müslümanlığa, bölgecilikten evrenselliğe, milliyetçilikten ümmetçiliğe, muhafazakarlıktan inkılapçılığa, taklitçilikten tahkiki bilince, sığınmacılıktan bağımsız bir kimliğe ulaşmak kolay olmadı. Nice ithamlar, karalamalar, taassuplar ve nice hatalar, deneyimsizlikler aşıla aşıla ilerlendi.

 

Sedat'ın yaşamında istikamet açısından bazı tartışılabilecek eksiklikler ve yanlışlıklara rastlamak mümkündür. Ama onu, hayattan kopuk, dayanışma ve istişareden kopuk, İslami kardeşliğin denetiminden müstağni bir eyilim içinde görmek mümkün olmamıştır. Zaten kendisini geleneksel kültürden Kur'ani kültüre yönelten en önemli amil de, bu ciddiyeti, kişilikli tavrı, samimi ve istikrarlı çizgisi değil miydi?

 

O, müslümanları kuşatan emperyalist politikalar karşısında ciddi bir hassasiyet taşırken, aynı zamanda Müslümanları itikadi, sosyal ve kültürel alanda kuşatan zaaf ve bozulma hallerinden arınmaya yönelen sürekli bir sorgulama çabası içinde olmuştu. Onun karanlık güçler tarafından genç yaşta şehid edilmesinin en önemli nedeni, çevresinde gittikçe etki uyandıran daha berrak, daha tevhidi, daha Kur'ani bir kimliği oluşturma süreci içinde rol alması ve taraf olmasıydı.

 

Sedat Yenigün'le MTTB Orta Öğrenim Komitesi'nin ilk kurulduğu yıllardaki çalışmalara Sarıyer Lisesi'nden 3-4 arkadaşla birlikte katılmaya başladığımız günlerde tanışmıştık. Cağaloğlu'nda şimdiki Halk Eğitim Merkezi'nin yerinde bulunan MTTB, laik kesimin inisiyatifinde bir üniversite gençlik kuruluşu idi. 196O'lı yılların sonunda ise, muhafazakar-İslamcı kesimin eline geçmişti. Bir müddet sonra da, MTTB amblemindeki bozkurt çıkartılıp yerine kitap konulmuştu.

 

MTTB Orta Öğrenim Komitesi, 1969'da teşekkül ettirildi. Orta Öğrenim Komitesi'nin ilk başkanı Mustafa Bilgi idi. Bilgi, bazı geceler MTTB binasının zemin katında bir odada kalıyordu. Bir gece, kaldığı odaya atılan bir bombanın patlaması sonucu şehid oldu. Mustafa Bilgi, müslüman gençliğin ilk şehidlerindendi ve onun cenazesine katılan bir çok müslüman genç, belki de ilk olarak, mücadele ve şehadet konusunda çok canlı ve hayata dönük duygular yaşamışlardı. Bilgi'nin şehadetinden sonra Orta Öğrenim Komitesi, Sedat Yenigün'ün başkanlığında faaliyetlerine devam etti. Faaliyetlere katılan liseli gençler, her hafta bir kişinin hazırladığı kitap özetini dinliyor ve sonra konuyu tartışıyorlardı.

 

Sedat Yenigün, 1970 yılında İÜ Edebiyat Fakültesi'ne girdiği zaman, başkanlığı Ş. A.'ya devretti. Kendisi ise genç yaşına rağmen, MTTB Kültür Müdürlüğü'nü (Basın Yayın Müdürlüğü) üstlendi. Aynı zamanda Orta Öğrenim Komitesi'nin liselere dönük faaliyetleriyle yakından ilgilenmeye çalıştı. O tarihler MTTB camiasında bulunan samimi ve cevval liseli veya üniversiteli müslüman gençler için ilginç günlerdi. Türkçü akımdan ayrışma ihtiyacı duyan, Marksist kültürün inisiyatifini aşmak isteyen, İslami kimliğini netleştirmek için ciddi görülecek her tür İslami çalışmayı takip etmeye çalışan nicel olarak dar fakat hareketli gençlik kesimi arasında; Peyami Safa, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Said Nursi, Kadir Mısıroğlu gibi kişilerin gelenekçi ve muhafazakar sayılabilecek fikirleri ile, eserleri dilimize yeni çevrilmeye başlanan Ebu'l Ala Mevdudi, Muhammed Kutub, Muhammed Hamidullah, Seyyid Kutub, Abdulkadir Udeh gibi kişilerin ıslahatçı fikirleri arasında niteliksel farkı hissedebilen, fakat yeni birikimlerini ve hissiyatlarını kapsamlı bir çerçeveye oturtamayan, bunun için de zihni ve ameli bir program arayışı içinde olan çabalarla önemli bir dinamizm oluşuyordu. Ve bu eğilim müslüman camia içinde önemli bir ayrışmanın; tarihi ve geleneksel kalıplara bağlı kalanlarla, İslami mücadeleyi yükseltmek ve İslami telakkileri tashih etmek isteyenler arasındaki bir ayrışmanın potansiyel dinamiklerini taşıyordu.

 

Sedat Yenigün'ün MTTB'de açılmasına katkıda bulunduğu Kitap Kulübü, herhalde o dönem için MTTB ile ilgisi olan müslüman gençlerin en fazla ilgisini çeken ve fikri alışverişi canlandıran bir birim olmuştu. Ancak MTTB üst yönetimi, dönemin klasik gelenekçi ve muhafazakar İslamcı çizgisinden kurtulmak ve Türkiye'de yeni yeni başlayan İslami bilinçlenme düzeyine ayak uydurmak konusunda çok başarılı olamıyordu. Üst yönetimin en belirgin vasfı idare odasında çay sohbetleri yapmak, Mahmutpaşa camiasından müslüman tüccarlarla ilişki kurmaya çalışmak ve arada sırada 600 kişilik Birlik salonunda bazı popüler isimlere konuşma imkanı sağlamaktı.

 

Sedat Yenigün, üst yönetimin icraatından memnun değildi. Zaten yönetim arasında ortalama bir seviyeye tekabül eden düşünsel bir birliktelik de yoktu. O, mevcut imkanları daha ciddî çalışmalarla değerlendirebilecek uyumlu ve kendini geliştirmeye açık, daha bilinçli bir ekibin MTTB yönetimini ele almasını istiyordu. Ve bu düşünce, giderek Orta Öğrenim Komitesi'nin Yönetim Kurulu ve komitenin en müdavim ve aktif üyeleriyle birlikte MTTB içinde 17 kişilik gizli bir birim oluşturulmasına neden oldu. Bu birim, üniversiteye girildikten sonra daha ciddi ve ilkeli faaliyetler gerçekleştirebilmek için MTTB yönetiminde değişiklik yapmaya kararlı, yeminli bir komiteye dönüşmüştü. Ama bu birlikteliğin ömrü uzun sürmedi. Bir sömestr tatili sonunda bu gizli birlik üyelerinden çoğu dönemin programlı ve metodlu mücadele konusunda cazibe odağı haline gelen Mücadele Birliği saflarına iltihak etti.

 

Mücadele Birliği'ne iltihak edenler MTTB'yi ciddi bir mücadele gerçekleştiremediği için "yol geçen hanı" olarak nitelendirmeye başlamışlardı. Bu niteleme Sedat Yenigün'ün eleştirileri ile örtüşüyordu. Ama o, tercihini MTTB'de kalmaktan yana yaptı. Belki de İslami kavramları kullanma, ilkeli ve programlı bir yapılanma örneği oluşturma açısından dönemin en ileri kuruluşu gibi görülen Mücadele Birliği'nin özellikle 12 Mart 1971'den sonra su yüzüne çıkmaya başlayan MİT ve Ordu ile olan ilişkilerini, Türkçü yanını ve abiciliği kurumlaştıran yapısını görmüştü.

 

MTTB'yi bir imkan olarak daha iyi ve faydalı bir şekilde kullanma isteği, bu isteği paylaştığı diğer arkadaşlarıyla birlikte onu, 1973-74 yıllarında MTTB adına bir dergi çıkartmaya şevketti. Dergi 1970 öncesi Birlik adına çıkan aylık derginin adını taşıyordu: Milli Gençlik. Dergide MTTB adına protokol yazıları ve dönemin bazı gelenekçi-İslamcı yazar ve akademisyenlerin yazıları yer alıyordu. Ama 1970'li yılların Türkiye'de yükselen tevhidi uyanış çizgisini yansıtan makale ve şiirler daha büyük bir ağırlık tutuyordu. Ömer Özbay ve benzerleri gerçekten tevhidi bilinç ve mücadele aşkı aşılayan en önemli şiirlerini Milli Gençlik'te yazmıştı. Dergide Ali Bulaç'ın, Beşir Eryarsoy'un, Adil Doğru'nun, Selahattin Eş'in vb. 1974-75 yılları için önem ifade eden yazıları yayınlandı. Seyyid Kutup, Malik Bin Nebi, Muhammed Hamidullah gibi yazarlar Milli Gençlik'le müslüman kesimin gündemine daha fazla sokuldu. Sedat Yenigün ise, kültür, sanat ve aktüalite ile ilgili değerlendirmelerini Mehmet Mengüç müstear adı ile yazıyordu. Şehid Şeyhmus Durgun da, en önemli ve verimli yazılarını Milli Gençlik'te yazmıştı.

 

Milli Gençlik, çıkmaya başladıktan bir dönem sonra Yenigün askere gitti. O askerde iken, Orta öğrenim için düşündüğü bir faaliyet türü, "Çatı" dergisi olarak vücud buldu. Askerden dönüşünde Çatı ile ilgilenmeye ve orada yazmaya başladı. Ancak askerde iken MTTB'de yaşanmaya başlanan yönetim değişimi, onu MTTB işleyişi konusunda iyice ümitsizliğe şevketti. Sonuçta o, aynı hissiyatı paylaşan arkadaşları ve özellikle o zamanki MTTB Orta Öğrenim Komitesi'nde görev almış sorumlu bazı gençler MTTB'den ayrılıp 1977 yılında İstanbul Fatih'de İlim Kültür Ocağı [İKO]'nı oluşturdular. Zaten Sedat'ın Milli Gençlik'ten ayrılan arkadaşlarından bazıları, 1976'da Düşünce dergisini çıkartmaya başlamıştı. Sedat Yenigün, Düşünce dergisine katkıda bulunan yazarlar arasında yer alıyordu. Aynı yıllar, Milli Gazete'de haftada üç-dört kez köşe yazısı yazmaya başlamıştı. İyi bir gazete ile müslümanların yaygın olarak uyandırılıp bilinçlendirileceğim savunuyordu. Ancak Milli Gazete, MSP'nin "parti bülteni" şeklinde çıkmakta ısrarlı olunca gazetede yazmaya son verdi.

 

Aynı yıllar MSP, yan bir gençlik kuruluşu olarak Akıncılar Derneklerini oluşturuyordu. Ancak İKO, dönemin şartlan içinde önemli ve ileri bir farklılık taşıyordu. İKO, partiye bağlı olmayan, kendini icazetli hissetmeyen, tüm milli vurgulardan arınma yolunda; ümmetçi, tüm İslami hareketlerle ilişki kurmaya çalışan ve kendini evrensel İslami hareketin mensubu kabul eden bir gençlik hareketi olarak belirdi. Sedat Yenigün, İKO etrafında toparlanan gençler ile yakın ilişkiler kurmaya çalıştı. Öğrencilerin yurt sorunundan burs sorununa, eğitim sorununa kadar bir çok ihtiyaçlarıyla canı gönülden ilgilenmeye çalıştı. Tabii ki ilişki kurulan gençlerin fikri, maddi ve sosyal ihtiyaçlarını karşılama konusunda münasebetler ku rumsallaştırılamamıştı. Ortaya çıkan boşluğu kapatmak için en fazla koşuşturma görevi de, gönüllü ve fedakar kişilere kalıyordu. Yıpranma ve mesaisini dağıtma pahasına da olsa Sedat, bu fedakarlığı üstlenen ender kişilerden birisiydi.

 

İKO mensupları, 1978 yılında İslami Hareket adlı dergiyi çıkartmaya başladılar. İslami Hareket, o zamana kadar çıkan dergilere nisbetle çok daha İslami ve canlı bir çizgi tutturmuştu. Dergiyi çıkaranların danıştıkları ve dergiye gerek yazılarıyla, gerek fikir ve tasarımlarıyla en aktif destek veren kişi yine Sedat Yenigün idi.

 

1977'nin son ayında Tepebaşı Gazinosu'nda geniş ve coşkun bir kalabalığın katıldığı ve Sedat'ın da konuşma yaptığı "İslami Diriliş Gecesi"nde İslami Hareket'in ilk örnek sayısı dağıtılmış ve beğeni toplamıştı. Sedat Yenigün, yazılarını öğretmenlik gibi resmi bir görev yaptığı için M. Mengüç Yenigün müstear adıyla yayınlıyordu.

 

O ilkin, Darüşşafaka Lisesi'nde Hitabet hocalığı yapmıştı. Daha sonra, Zeytinburnu İhsan Mermerci Lisesi'nde Edebiyat Öğretmenliği ve idarecilik yaptı. Ama o, çalıştığı tüm bu resmi görevlerde hiçbir zaman İslami kimliğini gizlememiş, öğrencilerinin İslami konulara ilgi göstermelerini sağlayarak açık ve celbedici tutumlar sergilemiştir. Dönemin Düşünce, Tevhid-Hicret, İslami Hareket dergileri ve İKO gibi İstanbul'daki İslami mahfiller, sık sık onun liseli öğrencilerinin ziyaret ve ilgilerine muhatap olmuştur. O, resmi görevine rağmen birçok seminer ve konferansa katılmış, insanlarımızı ulaştığı doğrularla aydınlatmaya çalışmıştı. Onun ulaştığı ümmetçi anlayış, kendisini, sadece kendi yaptıklarını ve çevresini önemseyen bir taassuptan alıkoyuyor ve gücü nisbetinde diğer İslami camia ve çevrelerin ileri gelenleriyle de diyalog kurmaya ve onlara ulaşılan İslami doğruları veya haberleri aktarmaya çalışıyordu. Herhalde bu konuda en fazla etkilemeye çalıştığı kişiler, Nakşı şeyhi Mehmed Zait Kotku ve dolayısıyla da çevresi ve Mahmud Efendi idi.

 

Gerek camia olarak yakından ilgili olduğu İKO ve gerekse yönlendiricilik yaptığı İslami Hareket dergisi, 12 Eylül 1980 öncesi şartları içinde sürekli Marksist örgütlerin ve bazı kereler de Ülkücü ekiplerin saldırılarına muhatap olmuş, bombalanmış; İKO mensubu veya İslami Hareket dergisi satan bazı müslümanlar yaralanmış veya şehid edilmişlerdi.

 

Türkiye'de özellikle İstanbul'da, gittikçe yükselen İslami bir dalga vardı. Gerek fikri donanım ve programlı düşünce arayışında olan ve gerekse ulaşılan fikirleri eylemleştirme temayülünde olan bir çok genç İslami mahfillere uğramaya ve ümmet adına yapılanlara sahip çıkmaya başlamıştı. Başlangıç için önemsenecek, dinamik ve nitelikli bir talep ve ilişki ağı oluşuyordu. Ancak bu talebi karşılayacak, yönlendirecek ye eğitecek henüz o yıllarda özellikle İstanbul'da ciddi ve hissedilebilir adeta hiç bir oluşum yoktu. Çalışmalar her ne kadar bazı ahilerin inisiyatifiyle yönlendiriliyorsa da kendiliğindenci idi. Gayretler daha ziyade insanlara tevhidi bilinç ve mücadele ruhu aşılamakla sınırlı kalıyordu. Ancak oluşan potansiyel, legal bir kurum olan IKO çevresinde hareketlenmeye çalışıyor, o dönemde Tevhid-Hicret dergileriyle beraber; Mevdudi'nin Dört Terim'i, Seyyid Kutub'un Yoldaki İşaretler'i ve Ali Şeriati'nin kitaplarıyla toplu olarak uyandırılan canlılık, MSP'nin gençlik kolları konumundaki Akıncılar'ı ve İslam'a ilgi duyan bütün diğer toparlanışları hissi planda etkiliyordu.

 

Ortada yükselen İslami bir seviye ve potansiyel vardı ama ciddi anlamda planlanmış bir gelişme seyri, kaba anlamda da olsa ilgi uyandırılan insanlara yönelik bir eğitim programı, eğitim biçimi, insan ilişkilerinin organizasyonu, iletişim, yapılan faaliyetlerin ilkeli anlamda finansmanı, eleman istihdamı gibi konular dönemin büyük eksikliklerini veya boşluklarını oluşturuyordu.

 

Sedat Yenigün, İslami mücadeleyi yükseltmek, bilgilenmek, ulaşılan doğrulan uygun biçimlerde yaygınlaştırmak, müslümanlarla dayanışmayı güçlendirmek gibi uğraşlarının yanında; herhalde bu eksiklikleri en fazla hisseden ve bu boşlukların doldurulması için kafa yormaya başlayan ender müslümanlardan biri idi. Bu tesbiti, tahminden öte ipucu sayılabilecek bazı verilere dayandırmak mümkündür.

 

Bu verilerin birincisi, Sedat kardeşin 1980'li yıllara doğru ve özellikle İran İslam Devrimi'nden sonra netleşmeye başlayan fikri çizgisidir. Bu çizgiyi özellikle 1978'den sonra yazdığı yazılarında yakalamak mümkündür. Onun temel kavramlarını, referans kaynaklarını yeniden gözden geçirmesi -ki o dönemler Kur'an/tefsir çalışmaları yapan dar bir grup arkadaş çevresinin çalışmalarına katılmaya başlamıştı-, bölgesel ve milli birikimlerden tamamen arınma noktasına gelmesi, evrensel İslami hareketin birikimine ve sorunlarına fiili olarak sahip çıkmaya başlaması, onu daha sağlıklı değerlendirmelere; çevresini, birikimini, ilişkilerini yeniden ve daha dikkatli olarak gözden geçirmeye sevkediyordu. O, tüm Türk basınının, milliyetçi muhafazakar gelenekçi yazarların, iflah olmaz mezhepçilerin, İran İslam Devrimi'ne ve İmam Humeyni'ye karşı tavır aldığı günlerde İslami Hareket dergisinin 1980 Ocak sayısında "Humeynicilik mi, Yoksa İslam'ın Yeniden Dirilişi mi?" başlıklı yazısında şunları kaleme alıyordu:

 

"Biz yüzyıllardır ezilen İslam'ın, kendi kaynaklarına dönüş hareketini başlattığı emperyalizmle müşahhas bir kavga örneği verdiği için alkışlıyoruz onu. Eğer Humeyni başaramasa idi, tek başına Pakistan ayakta duramazdı, Batı onu yerdi... Eğer Humeyni başaramasa idi, Afganistan'ın mücadelesi desteksiz kalırdı... Bugün Afganistan'dan kaçan milyonlarca mülteciye İran ve Pakistan kollarını açmış, bunca fakr-u zaruret, dert içinde onları besliyor... Ey dünyadaki her türlü İslami harekete 'La' diyen gafil kardeş! Senin kafanla İslam ne zaman 'La İlahe İllallah' diyecek, ne zaman Hicret edecek, ne zaman Devlet olacak? Söyler misin Allah aşkına? Seyyid Kutuplara düşmansın, Ali Şeriati'ye düşmansın, Abdulkadir Udeh'e düşmansın, Humeyni'ye karşısın; peki kimden yanasın? Sakın dost diye sarıldığın o yanındakilerden yana olmayasın?

 

Allah sana da hidayet nasip etsin!"

 

Bu verilerin ikincisi ise, İKO'daki istişari karar birlikteliğinin sınırlarını aşan daha ciddi ve kapsamlı bir yapı oluşturma arayışı içine girmesidir. Bu konuda İhvan-ı Müslim modelini tartışmaya açarak ciddi ve kendine yeter bir yapılanma için teklif getirme girişimlerinden muhatapları haberdardır. İslami Hareket dergisinin 1980 Mart sayısında Sedat Yenigün imzasıyla yazdığı yazıda şunları söylüyordu: "İnsan, insan olduğu müddetçe onda kin ve sevgi, kalp ve şehvet, kibir ve tevazu, cimrilik ve cömertlik, adalet ve zulüm vardır. İnsan varolduğu müddetçe onlar da varolacaktır. Çünkü insan melek değildir. Ama melekleşebilecek bir mücadele vermek zorundadır. İçinde ve dışında kötülüğü redde ve bu yolda tebliğ ve cihada mecburdur! İnsana zıtlar aleminde kesin tercih yapma imkanı tanınmıştır. Tercih yaparken Rahmani olanı seçmek; onun rengine boyanmak! Veyahut zulmani olanı seçmek...

 

Nemrud'un yeryüzü cenneti kendisi gibi yok oldu gitti. Hz. İbrahim gibi yaşa ve mücadele et. Dünya hudutsuz arzuların tatmin yeri değildir. Gönlün ebedi olmak iştiyakı bir başka dünyanın özlemi ile doludur. İnsan-ı kamil olabilirsin. Bir asr-ı saadet yaşayabilirsin. Bunları yapmak uğrunda mücadele etmek zorundasın."

 

Şehid Sedat, bu yazısında özellikle açık ve ağır ikazlarla müslümanları ciddi bir mücadeleye davet etmektedir. Belki de değer verdiği, ama İslami yükümlülüklerinin gereğini yapma konusunda pasif kalan bazı arkadaşlarına göndermelerde bulunmaktadır.

 

Artık Sedat Yenigün'ün öğrenci evlerinden yurtlara, dergi bürolarından konferans salonlarına uzanan koşuşturmaları ve onun gibi koşuşturan bir çok fedakar müslümanın gayretleri sonunda öne çıkan gündem; düzenli, irtibatlı, planlı ve sürekli bir İslami hareketin nasıl oluşturulacağı idi. Bu gündem, Türkiye'deki İslami uyanış çizgisini gerçek anlamda İslami hareket çizgisine dönüştürebilecek bir ağırlık taşımaktaydı. Ve Sedat Yenigün bu gündemin en önemli taşıyıcılarından biri haline gelmişti.

 

Ve 5 Temmuz 1980'de Sedat Yenigün, kafirler tarafından şehid edildi. Sedat, İslami Hareket dergisi yayın kurulu toplantısından çıkmış, Fatih Akşemseddin caddesindeki berber dükkanına gitmişti ve bir müddet sonra, berber dükkanı savaş alanına döndü. Sedat'ı takip eden karanlık güçler, silahlarındaki kurşunlarını onun vücuduna boşalttılar. Sedat, şehid düştü. Çevrede, bir komünist öğretmenin öldürüldüğü haberi yaygınlaştırıldı. En önemli görgü tanığı berber ise, 1-2 gün içinde ortadan kayboldu. Daha sonra yurt dışına yollandığı duyuldu. Peşinden 12 Eylül darbesi geldi. Katillerin kimliği hakkında ciddi hiç bir açıklama yapılmadı. Şehidin dosyası peşine düşen bazı yakın arkadaşları, dosya ile ilgilenmemeleri konusunda bazı rejim görevlileri tarafından ciddi şekilde uyarıldılar.

 

Peki, Sedat'ın katilleri kimdi? O günler tedhiş modasına bakacak olursak komünistleri veya ülkücüleri muhtemel fail olarak gösterebilir miyiz? Bu çok zayıf bir ihtimaldir. Cinayetin işleniş seyrine, kamuoyuna yansıtılış biçimine, arta kalan delillerin ortadan kaldırılış becerisine ve dosyanın unutturuluş tarzına bakacak olursak bu operasyonun çok planlı ve uzunca düşünülmüş bir senaryonun sonunda gerçekleştirildiği görülebilir. Bu cinayetin işleniş tarzı, İslami Hareket dergisinde ilk defa müslümanların gündemine getirilen Kontrgerilla operasyonlarını çağrıştırmaktadır. Zaten, dünya emperyalizmi ve uzantısı olan istihbarat örgütleri o dönemlerde "militan İslam" diye vasıflandırdıkları tüm inkılapçı çabaları yakın takibe almış ve İran İslam Devrimi'nden sonra canlılık gösteren İslami hareketleri sindirme operasyonlarına girişmişti. Ve zaten, Sedat'ın şehadeti de çok uygun bir potansiyel kitle içinde fikri ve eylemsel planda gittikçe netleşen ve olgunlaşan bir bilinçlenme çizgisine vurulan kafirce bir darbe değil miydi? Sedat'ın şehadetinden iki gün sonra İslami Hareket, Sedat Yenigün için özel bir ek çıkardı. Ekte Sedat için şu vurgularda bulunuluyordu: "O, İKO'nun beyin vazifesini görüyor, İslami hareketin büyük yükünü omuzlarında taşıyordu."

 

Emperyalizm, tevhidi bilinçlenmeden ve özellikle tevhidi bilince ulaşanların saf bağlamasından korkar. Onun için ABD'nin varlığından ürktüğü, baş düşman ilan ettiği, dev savaş aygıtlarıyla yöneldiği tevhidi mücadele saflarıdır. Tevhidi mücadele safları, dirilişin habercisi, insanlığın kurtuluş ümidi ve yedi başak veren nüvenin tohumudur.

 

Siz emperyalistler ve emperyalizmin maşaları! Sizin eli kanlı katillerinizin, işkencecilerinizin zulümleri malumdur. Ancak sizlerin darbeleri artık sadece ve sadece mazlumların daha fazla uyanmasına vesile oluyor. Müşrik düzen tevhidi bilinçlenmenin getirdiği saflaşmaları görüyor ve engelleyemiyor. Sizin sahte barış, sahte mutabakat, sahte şeffaflık çağrılarınız, ancak şöhret ve statüko düşkünü zayıf iradeli, çürük yapılı zavallılara ulaşır. Sizin tuzaklarınız bile bizim için arınma vesilesi oluyor.

 

Artık devran değişiyor. Müslümanlar bugün Kitaplarını daha fazla okuyorlar. Tüm modernist ve gelenekçi engellemelere rağmen Türkiye'de en fazla satılan ve okunan kitap Kur'an tercümeleridir. O Kur'an ki, insanları şirkten, uzlaşmadan, kadercilikten ve sığınmacılıktan kurtulmanın yolunu gösteriyor. O Kitap ki, okuyanlara insanca yaşamanın ölçüsünü, cihad ve şehadetin yolunu gösteriyor. 1960'lı, 70'li, hatta 80'li yıllardaki müslümanların yaygın kültür seviyesini Kur'an'dan, tevhidi mücadeleden yana aşanların varlığını gördükçe artık sevinmeli ve gelişen yükümlülüklerin sorumluluğunu sahiplenen daha azimli çabalar içinde olmalıyız.

 

Ve bilinmelidir ki, artık şehidlerimizin kanı toprağa düşen tohum değil; aydınlığa yükselen başaktır.

 

Artık sadece Sedat'lar yetişmiyor.

 

Artık Sedat'lar, aradıkları doğrulara, Kitab'ın aydınlığına, doğrudan yönelebiliyorlar.

 

Sedat'lar olgunlaşıyor, tevhidi mücadele çizgisi yeniden köklerine kavuşuyor.

 

O halde Sedat Yenigün'ün, son yazısında zalimlere meydan okurcasına haykırdığı gibi sesimizi yükseltmeliyiz: "Gel ey zulüm, zulmün ta kendisi."

 

İslami Hareket Engellenemez. Şehidler Ölmez.

MÜSLÜMANLAR BİRLEŞİN  
   
ŞAHADET BİR ÇAGRIDIR NESİLLERE ÇAĞLARA  
  Sehadet bir cagridir, nesillere ve caglara, dunya varoldukca zulmun dumaninin tuttugu her yerde insanlar bu cagriya ses verdiler. Habil ile basladi bu mesaj. Mescidi Haramin yani basinda Sumeyye'den Uhud'un Hamza'sina. Dunyada esi gorulmemis bir zulum ve katledilen kerbelanin Huseyin'inden, Misir'in zindanlarina; iskencelerle daraagaclarina itilenlere, inkilabin Behesti'sinden binlerce sehide, Seyh Said'inden Metin Yuksel'ine.

Alcakligin ve zulmun kol gezdigi yerlerde Huseyin gibi kutlu Sehadete kosmak, Zeynep gibi bu kutlu mesaji butun zamanlara ve caglara aktarmak, Muminlerin en buyuk sevdasi olmus.

Sehid, insanligin onuru, yuz aki ve Sehadet. Bir ask oyle bir ask ki butun zalimlerin zorbalarin karsisina dikilen, yikilmaz, gecilmez engel. Tum zamanlarin zalimlerine bir sehid karsi cikti. Tum zamanlarin zalimlerinin korkusu oldu. O oylesine bir sevdaki ne mal dusunulurdu ne can.

Karanlikta kalmislara isIk oldu Sehid, dermansizlara derman, mazlum ve mahkumlara umut oldu bir mum gibi yandi eridi etrafina isIk sacti sehid.

Olumsuzlugu tatmisti. O olumden korkmazdi. Sehid olanlar ahidlerine sadik kaldilar, asla sozlerinden donmediler, izzetlice olmeyi, zillet altinda yasamaya tercih ettiler. Dunyalarini altlarindan irmaklar akan cennet karsiliginda terk ettiler. Onlar olmediler, cunku onlar diriydiler. Rableri katinda riziklanmislardi. Mazlum Sehidlerin kani dokuldukce yeryuzune binlerce fidan verirdi toprak.

Mesajlari zamandan zamana tasirlardi. Tek bir gaye icin, kula kullugu reddetmek icin, insanligin kurtulusu icindi Sehidin kendini feda edisi.

Her zamanda bir zalim ve karsisina her zaman da Huseyin cikti. "BEN OLMEDIKCE AYAKTA KALMAYACAKSA MUHAMMEDIN (S) DINI, EY KILICLAR HAYDIN DURMAYIN, DOGRAYIN BEDENIMI!" diye haykiran Huseyin. Hic bir zamanda ve mekanda dusmedi bu bayrak
 
BİZİDE BULURMU Kİ ÖLÜM BİR CAMİİ AVLUSUNDA  
  Bir kucak söz senin için
Bir dua bana
Kirpiklerin ucundan süzülen
Bir tutam gözyaşı
Kara gözlü hürriyetlerde dökülmüş
Biravuş mısra sana
Hasretlerde düzülmüş şehadetin özlemi
Kuşandım şehadeti ardın sıra
Bekler yüregim şimdi
Kör kurşuna doymayı
Kimbilir benide bulurmu şehadet
Bir şubat soğugu
Bir namaz çıkışı
Bir cami avlusunda
Bulurmu Metin yükselce
Bir şehadet benide
Metin yükselce bir cihad sırasında
Şehid kanına doysun istiyorum
Kaldırımlar, bulvarlar, soğuk betonlar
Mermiler yuva yapsın şehid yüreklerde
Ölü demeyin onlara sakın
Rab katında diridirler oysa
İnsan için bir giz
Kanlarıyla yazdılar bak
ÖLMEDİK ÖLMEYECEGİZ..
 
METİN YÜKSEL  
  Molla Sadretti’nin mahdumuydu
Doğunun ezilen çoçuğuydu
Ey mucahit Metin Yüksel
Bizlerin önderi siz şehitler
Metin yüksel ölmedin sen
Ölmedin sen..

Molla Sadrettin’in en yiğit oğlu
Metinin ölmedi cennete doğdu
Her şehit bir adımdır zafere
Her zafer bir umut kutlu yere
Metin Yüksel ölmedinsen
Ölmedin sen..

Molla Sadrettin’in alnı secdede
Metinin annesine şehadet mujde
Ağla Müslümanım haline ağla
İslam ülkesinde garip bu dava
Metin Yüksel ölmedin sen
Ölmedin sen
 
İZ BIRAKANLAR  
  İz Bırakanlar cevher_1601.jpg 1944 yılı Şubat ayında Çeçenistan’ın Yalho Köyü’nde dünyaya geldi. Doğumunun ardından henüz 15 gün geçmişken 23 Şubat 1944 tarihinde ailesi ile birlikte Sibirya’ya sürgün edildi. Çocukluk ve okul yıllarını Kazakistan’ın Sibirya Bozkırı’nda geçirdi. 1962’de Tambov Askeri Pilot Yüksek Okulu’ndan ve 1966’da Uzak Mesafe Uçakları Pilot ve Mühendis Yetiştirme Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. 1974 yılında Gagarin Hava Harp Akademisi’ni bitirerek birinci sınıf pilot ve mühendis unvanını aldı. Kendisine SSCB Hükümeti tarafından 12 madalya verildi ve tüm generalliğe kadar yükseldi. Dudayev, Sovyet tarihinde Stratejik Hava Kuvvetleri’nde Tümen Komutanı olarak görev yapan ilk Müslüman’dı. Baltık ülkelerinde meydana gelen bağımsızlık hareketlerini kuvvet kullanarak bastırması emredildi ancak bu emri yerine getirmedi. Rus Hükümeti bu itaatsizlikten dolayı Dudayev’i askeri birliği ile Grozni’ye sürdü. Dudayev 1990 yılı Mayıs ayında görevinden istifa etti. 1990 yılının Kasım ayında gerçekleşen “Çeçen Ulusal Kongresi”ne davet edildi ve icra kurulu başkanı seçildi. 19–21 Ağustos 1991’de Gorbaçov’a karşı yapılan başarısız darbe teşebbüsü sırasında darbecilerin karşısında yer aldı. Darbecilerle işbirliği yapan Çeçen-İnguş Cumhuriyeti Hükümeti’ni düşürmek için başlatılan halk hareketinin başına geçti. 27 Ekim 1991 tarihinde yapılan seçimlerde %85 oy oranıyla Çeçenistan Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi. Çeçenistan’ın bağımsızlığını tanımayan Rusya’nın 1994 yılında başlattığı saldırılar karşısında Çeçen direnişinin liderliğini yürüttü. I. Çeçen-Rus Savaşı’nda önemli başarılara imza atan Dudayev, 21 Nisan 1996 tarihinde düzenlenen bir suikast sonucu şehit edildi… basayev_1601.jpg Ocak 1965 yılında Çeçenistan’ın Vedeno Köyü’nde dünyaya geldi. 1987’de Moskova’da mühendislik eğitimi aldı. Askerliğini Sovyet ordusunda yaptı. 1991 yılında bağımsızlığına kavuşan Çeçenistan’a döndü ve Rusların gizli örgütleri ile mücadele etmek için kurulan özel birlikleri yönetti. 1992 yılında Çeçen birliklerinin komutanlığından Kafkas Halkları Konfederasyonu Birlikleri’nin komutanlığına atandı. 1994 yılında Vedeno cephesinin kumandanlığını yaptığı esnada Ruslar tarafından evi bombalandı ve ailesinden 11 kişi hayatını kaybetti. 1996 yılının Nisan ayında Çeçen Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetler Komutanı oldu. Nisan 1997’de başbakan oldu ancak kısa bir süre sonra istifa etti. Çeşitli bölgelerdeki Rus saldırılarına karşı direnen Çeçenleri yönetti ve komutanlık yaptı. 1 Ağustos 1999’da yapılan Caharkale Çeçen-Dağıstan Halkları Kongresi’nin ikinci toplantısında İslam Şurası kuruldu ve Basayev başkan seçildi. 10 Temmuz 2006 tarihinde, İnguşetya’nın Ekazevo Köyü’nde bulunduğu askeri konvoydaki bir patlayıcının infilak etmesi sonucu şehit oldu mashadov4_1601.jpg 1951 yılında Kazakistan’da sürgünde doğan Aslan Mashadov, 1957 yılında altı yaşındayken ailesi ile birlikte Çeçenistan’a geri döndü.Sovyet ordusunda topçu subayı olarak göreve başlayan Mashadov, 1972’de Tiflis Askeri Topçu Akademisi’nden mezun oldu. Macaristan, Litvanya ve Rusya Federasyonu’nun bazı bölgelerinde Sovyet ordusunda görev yaptı. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ordudan ayrıldı ve 1992 yılında Çeçenistan’a geri döndü. Çeçenistan’ın bağımsızlık mücadelesine katılarak Genel Kurmay Başkanlığı’na yükseldi. Bağımsızlık mücadelesinde büyük başarılara imza atan Mashadov’un Birinci Rus-Çeçen Savaşı’nın kazanılmasında büyük payı vardır.27 Ocak 1997’de seçimlerde %63 oy ile Çeçen İçkeriya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu. Bu dönemde ve 1998 yılında iki suikast girişimine uğradı. Mashadov, Şubat 2005 tarihinde ateşkes ilan ederek Rus Hükümeti ile barış görüşmeleri yapmayı önerdi ancak bu öneri Moskova tarafından reddedildi. 8 Mart 2005 tarihinde diğer Çeçen liderler gibi Rus özel birlikleri tarafından düzenlenen operasyonda öldürülerek şehit oldu zelimhanyandarbiyev02copy_1601.jpg 2 Eylül 1952 tarihinde Kazakistan’da dünyaya geldi. Çeçenistan Devlet Üniversitesi Filoloji Bölümü’nden mezun oldu. Çeçen-İnguş Cumhuriyeti Basın ve Yayınevi’nde görev yaparak iş hayatına başladı. 1989 yılının Haziran ayında Çeçen bağımsızlığı için mücadele eden ilk gruplardan Bart Teşkilatı’nı, 18 Şubat 1990 tarihinde Vaynah Demokratik Partisi’ni kurdu. 27 Ekim 1991 tarihinde seçimlere katıldı ve başkan olarak seçildi. 1993’de cumhurbaşkanı yardımcısı oldu. 1996 yılında Dudayev’in şehit edilmesiyle cumhurbaşkanı oldu. 27 Ocak 1997 tarihinde gerçekleşen seçimlerde cumhurbaşkanlığı görevini devretti. 1999 yılında Rusya’nın Çeçenistan’ı ikinci kez işgaliyle başlayan savaşta, mücadelenin önde gelen isimlerinden oldu. Çeçen halkının mücadelesini uluslararası kamuoyunda gündeme getirmek için muhtelif İslam ülkelerinde konferanslar verdi. Aslan Mashadov’un resmi temsilcisi sıfatıyla yürüttüğü diplomatik ilişkilerle de Çeçen mücadelesini siyasi arenaya taşıdı. 23 Şubat 2004′te arabasına konulan bombanın patlaması sonucu şehit oldu 14f978985501c15d7_1601.jpg 1967 yılında Çeçenistan’ın Argun şehrinde doğdu. Ünlü Çeçen din adamlarından eğitim aldı. Çeçenistan Devlet Üniversitesi Filoloji Bölümü’nde eğitim gördü ancak savaşın başlaması ile eğitimini bıraktı. Çeçence, Arapça ve Rusça bilen Sadullayev, Çeçenistan’daki İslami direnişin aktif savunucularından oldu. Birinci Çeçen-Rus Savaşı’na katıldı. Bu dönemde Çeçen televizyonunda vaazlar ve farklı bölgelerde konferanslar verdi. Bir dönem Argun Cemaati Başkanlığı’nı ve Argun Camii imamlığı yaptı. 1999 yılında Cumhurbaşkanı Mashadov tarafından Şeriat Anayasası Devlet Komisyonu’na atandı. İkinci Çeçen-Rus Savaşı’nın başlaması ile Çeçenistan Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı Argun Gönüllüler Birliği Başkanlı’ğını yaptı. 2002 yılında Şeriat Mahkemesi Başkanlığı’na ve Devlet Savunma Komitesi Şeriat Mahkemesi Komisyon Başkanlığı’na atandı. Aslan Mashadov’un şahadetinin ardından cumhurbaşkanı oldu. 17 Haziran 2006 tarihinde Argun’da Rus askerleri ve işbirlikçileri ile girdiği çatışma sonucu şehit oldu… foto_omar_al_mukhtar_81.jpg Ve 11 Eylül 1931… Ömer Muhtar ve yanındaki bir kısım mücahidîn Sılanta mevkiinde iken İtalyan istihbaratı onun varlığını haber almıştı. Vadiyi her yönden saran kuvvetlerin oluşturduğu çemberi yarmanın imkanı yoktu. Mücahidler son nefeslerine kadar çarpıştılar. Ömer Muhtar burada yaralandı ve esir düştü. Önce Sûse’ye sonra Bingazi’ye 60 km uzaklıktaki Suluk’a götürüldü. Burada İtalyan birliklerinin genel kumandanı Graziani’nin karşısına çıkartıldı.Bu görüşmede İzzet-i İslamiyesi ile öyle harika cevaplar vermiştir ki, bu taş kalpli general onun hakkında şunları yazacaktır: “Odama girdiği andan çıkıp gittiği ana kadar onun vakar ve haysiyetine son derece hayranlıkla bakıp durdum.Onun tavır ve davranışlarını çok beğendim ve hayran.Mücahidlerin teslim olması teklifini red eden Ömer Muhtar 15 Eylül 1931 günü İtalyan sıkıyönetim mahkemesi tarafından göstermelik bir duruşmaya çıkarıldı. Ve Graziani’nin daha önceden emrettiği gibi idam kararı veren mahkemenin yüzüne şu tokadı savurdu: “Hüküm ve karar yalnız Allah’ındır.Sizin bu sahte ve uydurma hükmünüzün hiçbir geçerliliği yoktur. İnna lillah ve inna ileyhi raciun (Biz Allah’ın (kulları) yız ve sonunda ona dönücüleriz.”Aynı gün toplama kamplarından getirilen binlerce Libyalının gözleri önünde gayet sakin ve korkusuzca idam sehpasına çıktı. Fecr suresinin son ayetlerinden, Ey huzura ermiş nefis! Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön ayetleri dilinde virdi zebandı… Özgürlüğü için her şeyi göze aldığı yeşil dağlarına son bir kere daha baktı ve bir milleti yetim bırakarak ebed alemine doğru kanatlandı. Yer Suluk çarşısı idi…Allah (cc) rahmet eylesin.Biz asla teslim olmayız. Ya kazanırız, ya ölürüz. Bizden sonraki nesillerle de savaşacaksınız. Bana gelince, ben cellatlarımdan daha uzun yaşayacağım… Ömer Muhtar hattab31.jpg Hattab Çeçenistan’a ilk geldiğinde hemen kendi grubunu kurmuştu. Özellikle 1996 yılının nisan ayında yaptığı ünlü Shatoi baskınından sonra adını duyurdu ve Rusya’nın en çok aranan isimleri arasında yerini aldı. Bu baskında yaklaşık 50 mücahid bir Rus konvoyuna pusu kurarak köşeye sıkıştırmıstı ve 30 askeri kamyon ve 20 tanktan olusan dev konvoyu tamamen imha ederek 2 saat içinde çoğu subay 350 Rus askerini öldürdükten sonra neredeyse bir mucizeyi başarıyordu. Çatışmanın sonunda mücahidler sadece 3 şehid vermişlerdi.Savaş bittikten sonra Şamil Basayev’le beraber askeri bir kamp açan Hattab burada 600 mücahide askeri eğitim veriyordu.Ve o yiğit savaşçı bir münafığın elinden şehadet şerbetini içti.onun ölümün hak olduğuna ve allahın takdir ettiği zamanda geleceğine manı sonsuzdu.birçok kez ölüm tehlikesi atlatmasına rağmen bu güne kadar gelmişti.ve şehadet onu zehirli bir mektubla buldu. Onun şehadetini yanında bulunan bir kardeşimiz şöyle anlatıyor; Birlikte oturuyorduk.çok sevdiği bir arkadaşından mektub geldi.(onu şehid eden munafık)mektubu açtı ve okumaya başladı. O sırada yemek yiyordu.mektubu okuduktan bir süre sonra bir halsizlik başgösterdi.Ve arkasından yüksek ateş.Bizi çağırdı ve” beni okuyun galiba cinler musallat oldu” dedi.Okumaya başladık.Ertesi gün şiddetli bir kusma başladı.Zehirlendiğini anlamıştık.Onu tedavi etmek için uğraşıyorduk.Lakin zehr elinden yediği yiyeceğe oradanda vucuduna iyice yayılmıştı.bi süre sonra görme melekesinide kaybetti. Tekrar bizi çağırdı ve ‘’ben şehid olacağım kagıt kalem getirin ve son vasiyetimi yazın” dedi bu sırada kan kusuyordu. Vasiyetini bitirdikten yaklaşık 3 saat sonra iyice ağırlaştı ve bi süre sonra şehadet getirerek şehid oldu. Müminlerin komutanlarından ibnul hattab bu şekilde rabbine uçtu.onun şehadeti başta çeçenistan olmak üzere bütün islam coğrafyasında üzüntüyle yankılandı. Müslümanlar önemli bir komutanını kaybetmişti.ama hattab hayatında kendi gibi birçok mücahidide yetiştirmeyi başarmıştı.Zalimlere öldürücü darbeler indirmişti. Onun hayatı bütün müslüman gençlere örnek bir hayattı. Dünyaya meyl etmeyişi, ümmet bilinci ve takvası ile herkeze örnekti. O yaşadığımız yüzyılın komuyanıydı. O da diğer kardeşleri gibi rabbine gitti. Rabbimiz onu firdevsinde ağırlasın ve onu peygamber efendimiz ve şehidlerimizle haşretsin inşallah…Allahtan istiyorum ki beni cehennem azabından korusun. Bana merhamet etsin ve cennetlerine yaklaştırsın. Ondan firdevs-i Ala’yı istiyorum’ Şehid komutan İbnul HATTAB aliya-1231.jpg 1925 doğumlu olan İzzetbegoviç 24 yaşında İslâmcılık suçundan 5 yıl hapis yattı. Cezaevinden çıktıktan sonra önce hukuk, sonra ziraat fakültesini bitirdi. 25 yıl avukatlık ve bir inşaat firmasında yöneticilik yaptı. 1970 yılında İslâm Manifestosu adlı bir kitap yazdı. Bu kitap 1983`te kovuşturmaya uğradı. 12 Müslüman aydınla birlikte tutuklandı. 1950 öncesinde kurulmuş olan Mladi Müslümani adlı örgütü yeniden örgütlemek suçundan 14 yıl hapse mahkum edildi. Mahkumiyetini çekerken, Yargıtay bu cezayı 11 yıla indirdi.¼br> 1989 yılında Yugoslavya`nın dağılma süreci sırasında ilan edilen af sonucu özgürlüğüne kavuştu. 1990 yılında İslam Manifestosu`nu yeniden bastırdı. Bu kitap İzzetbegoviç`in İslâmi kimliğinden ziyade, siyasi kararlılığının ve mücadelesinin bir simgesi oldu. 1990’da ortak yönetimin başkanı seçilen İzzetbegoviç, 1992-1995 Bosna Savaş’ında anahtar rol oynayan isimler arasında yer almış, sağlık sorunları nedeniyle 2000 yılında başkanlıktan ve partisinin başkanlığından çekilmişti. Daha önce iki kez kalp krizi geçiren İzzetbegoviç, 10 Eylül 2003’de evinde aniden bayılması ve düşerek 4 kaburga kemiğini kırması üzerine hastaneye kaldırılmıştı. 78 yaşındaki Boşnak lider, daha sonra iç kanama geçirmişti. Eski Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç, Saraybosna hastanesinde 19 Ekim 2003 günü vefat etti. raduyevselmaneenistan_1601.jpg Kendi vatanımı savundum. Biz Rusları çağırmadık. Onlar gelip bizim vatanımızı işgal ettiler. Biz savaş istemedik, onlar gelip bizimle savaşmak istediler. Askerlerimizle savaşmak yerine çocuk, kadın ve yaşlı insanları öldürdü. Sizin, benim hakkımdaki hükmünüz ceza değil mükafattır. Allah’ın bana verdiği ömrü, O’nun yolunda ve kendi vatanıma harcadım. Her şey, Allah’ın elinde. O istediği zaman ben buradan çıkarım. Ben, önce Allah’ın sonra komutanım Cehar Dudayev’in askeriyim. Savaştığım için asla pişman değilim.“Yalnız kurt” olarak tanınan Salman Raduyev I. Rus-Çeçen Savaşı’nın kazanılmasında başarı gösteren komutanlardandı. Çeçenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Dudayev’in damadı olan Raduyev, bir süre Gudermes Belediye Başkanlığı görevinde bulundu. I. Çeçen Savaşı sırasında, Çeçen halkının özgürlük mücadelesinin sembol isimlerinden oldu. 9 Ocak 1996 tarihinde Dağıstan’ın Kızılyar Kasabası’na bir baskın düzenleyerek buradaki Rus askerlerini rehin aldı. Raduyev ve beraberindekiler Rus güvenlik güçlerinin kuşatmalarına rağmen ağır kayıplar vermeden Çeçenistan’a döndü. Bu olayın ardından Rus Hükümeti Çeçen direnişçilerle aynı masada oturarak ateşkes anlaşması imzalamayı kabul etti. Raduyev, Mart 1996 tarihinde başından ağır yaralandı, bir gözünü ve kafatası kemiğinin bir bölümünü kaybetti. 13 Mart 2000’de ise Ruslar tarafından esir alındı. Ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Raduyev, Rusya’nın Permi bölgesinde gördüğü işkence sonucu iç kanama geçirerek şehit oldu foto45791.jpg ALLAH’ım! Ümmetin suskunluğunu Sana şikayet ediyorum! Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!.. Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!.. Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim!.. Tek isteğim benim gibi, Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!.. Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında?.. Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok,ALLAH için ve ümmetin namusu için kızacak?.. Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak!.. Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? .. Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken!.. Omuzlarımıza el verecek ve göz yaşlarımızı silecek bir bakış!.. Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri,ALLAH için kızmaz mı!? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye; Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! diye çağıramaz mı!?.. Buna da mı gücünüz yetmiyor!?.. Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak: Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!.. Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek!.. Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!.. Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin!.. Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!.. Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın!.. Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! .. Temennimiz, ALLAH’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır!.. Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! ALLAH aşkına, bari aleyhimize olmayın!.. Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!.. ALLAH’ım! Sana şikayette bulunuyorum Sana şikayette bulunuyorum.. Sana şikayette bulunuyorum.. Gücümün azlığını, imkanımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikayet ediyorum..Sen mustazafların RABBisin Sen bizim RABBimizsin Bizi kime bırakıyorsun?.. Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?.. ALLAHım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına sana şikayette bulunuyorum… Sana şikayette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı ve Birliğimiz bozuldu Yollarımız ayrıldı Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini Sana şikayet ediyoruz…  
Bugün 3 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!
ÇİÇEKLERİN ÇİÇEĞİ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol