ÇENNET ÇİÇEGİ ŞEHİDE
 
ŞEHİD METİN YÜKSEL
“Hakkı müdafaa etmek en büyük ibadettir.”  
  Ana Sayfa
  Ş.METİN YÜKSEL RESİMLERİ
  Ş.METİN YÜKSEL'İ ANMA RESİMLERİ
  Ş.METİN YÜKSELİN KIZ KARDEŞİ süreyya yüksel
  MOLLA SADRETTİN YÜKSEL ŞEHİT METİN YÜKSELİN BABASI
  ŞEHİD BİLAL YALDIZCI - ( 25 EKİM 1987 )
  Şehid Hızır Ali Muratoğlu (Rha.)
  Malcolm X--Siyahîlere Evrensel Mesajımızı Taşıyan Mücahid
  Bir Şahid, Bir Şehid: Sedat Yenigün
  Şehid Ali Soylu
  Bir şahid, bir şehid: Sedat Yenigün
  Qassam Şehidleri..
  ŞEHİD CEVHER DUDAYEV
  Şeyh İzzettin Kassam
  ŞEHİD Abdülaziz Ali er-Rantisi
  ŞEHİD Hasan el Benna
  ŞEHİD SEYYİD KUTUP
  ŞEHİD ABDULKADİR UDEH
  ÇÖL ASLANI ŞEHİD ÖMER MUHTAR
  ŞEHİD MUSTAFA BİLGE
  Sehid Seyh Abdullah Yusuf Azzam
  ŞEHİD Seyh Ahmed Yasin (r.a)
  Şehid Hasan Yeşil
  Şehid Abdullah Gülbahar
  Şehid Erdoğan Tuna
  Şehid Halil Çetin
  Şehid Mustafa Emeksiz
  İletişim
  İSRAİL BOYKOT ÜRÜNLERİ VE FİRMALARI
“Hakkı müdafaa etmek en büyük ibadettir.”
Ş.METİN YÜKSELİN KIZ KARDEŞİ süreyya yüksel
Bir Mümine: "Süreyya Yüksel"




Süreyya Yüksel hanımefendi, 1954 yılında Bitlis’te doğdu. Babası İslâm dünyasında yakinen tanınan, ömrünü Kur'an hizmetine adayan merhum Molla Sadreddin Yüksel Hocaefendi, annesi Sarete Hanımefendi’dir. Süreyya Yüksel, ilkokul, ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirdi. 1966 yılında ailesi ile birlikte Bitlis’ten İstanbul Fatih’e taşındı.

1971 yılından itibaren Fazilet Kur’an Kursu’nda öğrencilik ve öğrentmenlik yaptı. Bu kursta ve Suffe adı verdiği kurslarda yirmi yıl boyunca tefsir dersleri veren Yüksel, güncel meseleler hakkında fetva çalışmalarıyla tanınıyordu. Arkasında büyük bir talebe kitlesi bıraktı.

İstanbul Üniversitesi Astronomi Bölümü'nden mezun oldu. Özellikle üniversite gençliğinin yetişmesinde büyük emeği geçti.

Şahsiyet ve mücadelesiyle Türkiye müslümanlarına sönmez bir meşale olan kardeşi Metin Yüksel, 1979 yılında Fatih Camii avlusunda şehid edildi.

Hayatını ilme adayan, has bir mü’mine olarak yaşayan Süreyya Yüksel, 1980’li yıllardan itibaren başörtüsü mücadelesini omuzlayanlardan biri olarak öne çıktı.

Müslümanların olduğu her yerde ve her çalışmada ayrım gözetmeksizin bulunan, bütün samimiyetiyle destek veren Süreyya Yüksel, her zaman Allah rızası için koşuşturdu. Çok dinamik ve hareketliydi. Bu özelliği zihinsel olarak da aynıydı. Düşüncelerini anında ifade ederdi ve aktif biriydi. Kendisinden ilim konusunda her ne istendiyse yapmaya gayret etti.

Süreyya Yüksel, İslâm'ın bütün insanlara ulaşması ideali uğrunda bir ömür bütün çabasını ortaya koydu. Mücadeleci ve aktif kimliği ile birçok insanın hayatında yer edindi ve rehberlik etti. Aktif olarak Afgan direnişini destekleyen bir insan olarak da tanındı.

Çok iyi derecede Arapça bilen Süreyya Yüksel, Kur'an âşığı zeki ve cesaretli bir hanımdı. Öğrendiği bütün ilimlerle Kur’ân’ı anlamaya ve anlatmaya hayatını adamış bir Kur’ân talebesiydi. Özellikle Kur'an çağrısına kendini adamıştı, tarihselci ve reformist akımların karşısında çok ciddi eleştiriler getirdi.

İslâmi çalışmalar içinde ekol bir isimdi ve önemli bir misyon yüklenmişti. Olayların gidişatıyla neticeyi bağdaştırabilecek bir yapıya sahipti. Tavizsiz dik duruşu, sabrı ve emeği, öğütleyen kişiliği, birer vasiyet gibi ardında bıraktığı söylemi ve öğütleri ile inandığı değerlerden taviz vermeden yaşadı. Hiçbir değişim ve dönüşüm, onun çizgisinde hiçbir zikzak yaptırmadı. Son derece imanlı, sözüne güvenilir, hiçbir zaman eğilmeyen, dimdik ayakta duran, hiçbir etkide kalmadan doğru bildiğini son nefesine kadar devam ettiren yiğit bir dava insanıydı. Müslüman kadının İslâmi hareketi noktasında etkili ve aksiyoner bir insandı.

Hayatını Hicaz'da noktalamayı çok istedi, bu vesileyle bir çok kez umre ve hacca gitti.

Babası Molla Sadreddin Yüksel, 25 Aralık 2004 tarihinde Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Kanser hastalığına yakalanan Süreyya Yüksel, Hicaz'da iki, Çapa Tıp Fakültesi'nde bir defa olmak üzere toplam üç defa ameliyat oldu.

Rahatsızlığı sebebiyle uzun süre tedavi gören Süreyya Yüksel, 11 Haziran 2005’te hakkın rahmetine kavuştu. Fatih camiinde sevenlerinin katıldığı cenaze namazından sonra Edirnekapı Şehitliği'ndeki aile kabristanına defnedildi.


Kudüs Yolu
Gökyüzüne bakmadan büyüyemez çocuklar.
Ve her çocuğun kendisi için tuttuğu, bir yıldızı vardır göklerde...

Yıldızlar, karanlığın içinde ışıyan halleriyle yapayalnızlığımıza birer arkadaş olarak tayin edilmişlerdir sanki... Onlara bakarak çizeriz yol haritamızı. Yıldızların en eski mesleğidir arkadaşlık, onlar olmasa gök kubbe olanca görkemli cüssesiyle belki de üzerimize düşerdi kim bilir? Göğün altındaki ilk birbaşınalığını ve ilk yapayalnızlığını, yıldızlardan başka kime anlatmıştı Hz.Adem?
Ah, yıldızlar! Yeryüzündeki en eski kelimelerle en yeni sözleri, ilk onlar duydular...
Size bir gençlik yıldızımdan bahsetmek istiyorum bugün: Süreyya Yüksel... Süreyya Yüksel, iki sene evvel ebedi göğe doğmak üzere battı küçük ve kirli dünyamızdan... Onu İstanbul Üniversite'si önünde 1987'deki ilk başörtü direnişlerinden tanıyorum. Rahmetli Molla Sadrettin Hocaefendi'nin evladı, Şehit Metin Yüksel'in kız kardeşiydi. Fen Fakültesi Astronomi Bölümü mezunuydu, Arapça, Farsça, İngilizce bilirdi. Kur'nı Kerim'e büyük bir aşkla bağlıydı, benim gibi pek çok kişinin üzerinde hakkı olan bir Kur'an yoldaşıydı... Suffe Muallim'lerindendi... Hayatımda tanıdığım en ileri-deha çapında bir master! Allah rahmet eylesin...
Geçtiğimiz hafta, arkadaşımız Yasemin Çoban, Süreyya Ablamız için bir anma toplantısı tertip edince, Başörtüsü Direniş Macerasında yazılmamış bir tarihin tüm yıldızları bir araya geldi Fatih'te... Aynur Mısırlıoğlu, Fevziye Nuroğlu, Fatma Kutluoğlu, Halime Uyulan, Hasibe Turan, Ayşe Sula gibi öncü isimler yan yana oturuyorlardı. Konuşmamı yaparken birkaç kere nefesim geriye kaçtı, sanki gökten sihirli bir ay tozu dökülüyordu başlarımıza ve her birimizin içinden küçük kızlar çıkıyordu, her birimiz öğrencilik günlerine geri dönmüş gibiydik... Nefesimi tutarak bir yıldız takımı gibi salonu hınca hınç doldurmuş arkadaşlarıma baktım... Allahım sana hamdolsun beni bu güzel yıldızlarınla Sen tanıştırmasaydın, ben karanlığın altında yolumu bulamazdım diye düşündüm...
Süreyya Abla ile vefatından on gün kadar önce görüşmüştük en son... Onun yattığı en son yatağı da hiç unutamayacağım. Arkadaşlar, nöbet çizelgesi yapmışlardı başını beklemek için ama herkes öylesine bir yarış içindeydi ki hastabakıcılık nöbeti ancak çok hatırlı ablalarımızın elinde kalıyordu. Kimi kendi elleriyle yaptığı resmi, çizdiği hat yazısını getirmiş, kimisi espri olsun diye yaldızlı tokalar, yüzükler, boncuklardan kolyeler yaparak getirmiş, bazısı şiir yazmış, kimi karanfiller, sıklemenler koymuşlar başucuna...
''Allah Kerim'dir'' dedikten sonra bana göz kırpardı her gördüğünde, ben biraz mızmız, biraz asiyimdir, daha doğrusu ablalar beni her zaman nazlamış bebek gibi severek büyütmüş olduklarından ya yanağımdan makas alırlar ya başörtümün üstünden kulaklarımı tutarak sağa sola çekerler, takılırlar... Ama takati yok Süreyya Abla'nın yatağından doğrulmaya, sadece göz kırpıyor ve ekliyor: ' 'Bırakmıyorsunuz ki gideyim, dualarınız beni bağlıyor işte...'' diye yatağından doğrulmaya çalışıyor...
Onun son yatağı bana, Hz.Ali'nin Resulullah'ın (sav) yerine yattığı hicret gecesini hatırlattı her zaman ... Hani Efendimiz'i yok etmek için karar kılmıştı Müşrik Konseyi de aralarında anlaşarak kılıçlarını yattığı yerde ona saplamaya dair sözleşmişlerdi. Efendimiz (sav) yerine Hz.Ali'yi yatırarak yola çıkmıştı o gece... Hz.Ali için bu ölüm yatağına yatmak elbette bir şerefti ve o aslında Peygamber Efendimiz'in sünnetinin yani hayatı yaşama şeklinin devamiyeti için uzanmıştı bu yatağa... İşte Süreyya Abla'nın hayatı da Kuran'ı Kerim ve Peygamber Sünneti üzerine yaşanmış bir hayat olarak yatıyordu bu son yatakta...
Kısmet değilmiş, onu telli duvaklı gelin edemedik, ona kimse anne de diyemedi... Sosyal güvenliği veya sigortası falan da yoktu... Talebesi olan hekim arkadaşlarımız bakıyordu sağlık işlerine, tüm itirazlarına rağmen ' 'yeşil kart'' çıkartmışlardı. Hayatı talebe yetiştirmekle geçen bu kıymetli ablamız vefat ettiğinde geride bir kat elbisesi kalmış mıdır onu da bilmiyorum ... Ama baş örtülü olduğu için okullarına alınmayan tüm arkadaşlarım, onun kurduğu Suffe'de eğitim almışlardı, bunu elbette biliyorum ... Efendimiz'in (sav) kutlu öğretisine talebelik yapmış sahabelerin üniversitesi olan Suffe'den, Süreyya Yüksel'in başörtülü kızlar için kurduğu Suffe'sine uzanan çizgide, kendisini Kuran'ı Kerim'e adayan tüm muallimlerin bir prototipiydi Süreyya Yüksel!
Onu sadece öğretmenliği ve tebliğci kişiliği ile değil tüm sıcaklığı ile hatırlıyorum. Kendisi yer gibi yapıp da önümüze önümüze ittiği yiyecekler, alnımızdaki teri mendiliyle değil de eliyle silişi, en kahırlı zamanlarda bizimle isim-şehir oynayışı, gündüz okulun önünde eylem yapıp gece annesini özlediği için ağlayan kızları sevip avutması, okulların önünden joplarla dağıtıldığımız en üzüntülü günlerin akşamlarında bizi oyun parkına götürüp salıncaklara bindirmesi, koşu yarışları yaptırıp, memlekete gidecek yol parası olmayanlara harçlıklarını gizli gizli verişi, Afgan Mücahidlerine olan derin sevgi ve saygısı, her biri felsefe şölenini andıran sohbetleri, kimya ve uzay hakkında verdiği tefsir bilgileri... Hepsi gözümün önünde uçuşuyor...
Süreyya yıldızına Anadolu'da Ülker derler... Ülker gecenin ortasına yakın, en tepede doğduğu vakit, rüzgar ansızın keser sesini ve etrafa latif bir ılıklık çöker... Çobanların dostu Ülker, yolcuların pusulası ve dert ortağı Ülker... Ay'ın gökte ulaştığı üçüncü evresidir Süreyya Yıldızı ve Necm Suresi, bu yıldızın hallerini anlatır bizlere, yerçekiminden bahseder ki bu yaratılışın özündeki aşk ve kopuş hikayesine de delalet eder...
Süreyya Abla, başörtüsü için verdiğimiz direniş macerasını, bir aşk dönüştürerek bizleri etrafındaki yörüngede sıraya dizmiş bir güneş gibiydi ...
Aşk olmasa meşk olmazmış der büyükler... Dile kolay tam 40 yıldır sabırla devam eden başörtüsü direnişimizi de aşk'tan başka açıklayacak hangi kelime var? Süreyya abla'nın da sık sık dediği gibi, ' 'sizler okullarınızın kapısını açılsın diye beklemiyorsunuz, sizler Ahzap ve Nur Suresi'ni bekliyorsunuz arkadaşlar!''...
Süreyya Yıldızını bazen bir salkım üzüme bazen de uçurtma kafasına benzetirim her baktığımda... Örtülerinden dolayı okullarından atılan kızları birer üzüm tanesi gibi derleyip Suffe salkımında toparlayandı Süreyya Yüksel... Hoyrat kasırgaların karşısında neşesini ve azmini hiç yitirmeyen bir uçurtma...
Göklerimizden hiç düşmeyecek, güzel sözlü ablamız... Allah senden razı olsun, merhamet ve esirgemesini hiç eksik etmesin...

''Allah'a çağıran, doğru ve adil olanı yapan, ''Şüphesiz ben Allah'a teslim olanlardanım'' diyenden daha güzel sözlü kim vardır?'' (fussilet 33)
 
MÜSLÜMANLAR BİRLEŞİN  
   
ŞAHADET BİR ÇAGRIDIR NESİLLERE ÇAĞLARA  
  Sehadet bir cagridir, nesillere ve caglara, dunya varoldukca zulmun dumaninin tuttugu her yerde insanlar bu cagriya ses verdiler. Habil ile basladi bu mesaj. Mescidi Haramin yani basinda Sumeyye'den Uhud'un Hamza'sina. Dunyada esi gorulmemis bir zulum ve katledilen kerbelanin Huseyin'inden, Misir'in zindanlarina; iskencelerle daraagaclarina itilenlere, inkilabin Behesti'sinden binlerce sehide, Seyh Said'inden Metin Yuksel'ine.

Alcakligin ve zulmun kol gezdigi yerlerde Huseyin gibi kutlu Sehadete kosmak, Zeynep gibi bu kutlu mesaji butun zamanlara ve caglara aktarmak, Muminlerin en buyuk sevdasi olmus.

Sehid, insanligin onuru, yuz aki ve Sehadet. Bir ask oyle bir ask ki butun zalimlerin zorbalarin karsisina dikilen, yikilmaz, gecilmez engel. Tum zamanlarin zalimlerine bir sehid karsi cikti. Tum zamanlarin zalimlerinin korkusu oldu. O oylesine bir sevdaki ne mal dusunulurdu ne can.

Karanlikta kalmislara isIk oldu Sehid, dermansizlara derman, mazlum ve mahkumlara umut oldu bir mum gibi yandi eridi etrafina isIk sacti sehid.

Olumsuzlugu tatmisti. O olumden korkmazdi. Sehid olanlar ahidlerine sadik kaldilar, asla sozlerinden donmediler, izzetlice olmeyi, zillet altinda yasamaya tercih ettiler. Dunyalarini altlarindan irmaklar akan cennet karsiliginda terk ettiler. Onlar olmediler, cunku onlar diriydiler. Rableri katinda riziklanmislardi. Mazlum Sehidlerin kani dokuldukce yeryuzune binlerce fidan verirdi toprak.

Mesajlari zamandan zamana tasirlardi. Tek bir gaye icin, kula kullugu reddetmek icin, insanligin kurtulusu icindi Sehidin kendini feda edisi.

Her zamanda bir zalim ve karsisina her zaman da Huseyin cikti. "BEN OLMEDIKCE AYAKTA KALMAYACAKSA MUHAMMEDIN (S) DINI, EY KILICLAR HAYDIN DURMAYIN, DOGRAYIN BEDENIMI!" diye haykiran Huseyin. Hic bir zamanda ve mekanda dusmedi bu bayrak
 
BİZİDE BULURMU Kİ ÖLÜM BİR CAMİİ AVLUSUNDA  
  Bir kucak söz senin için
Bir dua bana
Kirpiklerin ucundan süzülen
Bir tutam gözyaşı
Kara gözlü hürriyetlerde dökülmüş
Biravuş mısra sana
Hasretlerde düzülmüş şehadetin özlemi
Kuşandım şehadeti ardın sıra
Bekler yüregim şimdi
Kör kurşuna doymayı
Kimbilir benide bulurmu şehadet
Bir şubat soğugu
Bir namaz çıkışı
Bir cami avlusunda
Bulurmu Metin yükselce
Bir şehadet benide
Metin yükselce bir cihad sırasında
Şehid kanına doysun istiyorum
Kaldırımlar, bulvarlar, soğuk betonlar
Mermiler yuva yapsın şehid yüreklerde
Ölü demeyin onlara sakın
Rab katında diridirler oysa
İnsan için bir giz
Kanlarıyla yazdılar bak
ÖLMEDİK ÖLMEYECEGİZ..
 
METİN YÜKSEL  
  Molla Sadretti’nin mahdumuydu
Doğunun ezilen çoçuğuydu
Ey mucahit Metin Yüksel
Bizlerin önderi siz şehitler
Metin yüksel ölmedin sen
Ölmedin sen..

Molla Sadrettin’in en yiğit oğlu
Metinin ölmedi cennete doğdu
Her şehit bir adımdır zafere
Her zafer bir umut kutlu yere
Metin Yüksel ölmedinsen
Ölmedin sen..

Molla Sadrettin’in alnı secdede
Metinin annesine şehadet mujde
Ağla Müslümanım haline ağla
İslam ülkesinde garip bu dava
Metin Yüksel ölmedin sen
Ölmedin sen
 
İZ BIRAKANLAR  
  İz Bırakanlar cevher_1601.jpg 1944 yılı Şubat ayında Çeçenistan’ın Yalho Köyü’nde dünyaya geldi. Doğumunun ardından henüz 15 gün geçmişken 23 Şubat 1944 tarihinde ailesi ile birlikte Sibirya’ya sürgün edildi. Çocukluk ve okul yıllarını Kazakistan’ın Sibirya Bozkırı’nda geçirdi. 1962’de Tambov Askeri Pilot Yüksek Okulu’ndan ve 1966’da Uzak Mesafe Uçakları Pilot ve Mühendis Yetiştirme Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. 1974 yılında Gagarin Hava Harp Akademisi’ni bitirerek birinci sınıf pilot ve mühendis unvanını aldı. Kendisine SSCB Hükümeti tarafından 12 madalya verildi ve tüm generalliğe kadar yükseldi. Dudayev, Sovyet tarihinde Stratejik Hava Kuvvetleri’nde Tümen Komutanı olarak görev yapan ilk Müslüman’dı. Baltık ülkelerinde meydana gelen bağımsızlık hareketlerini kuvvet kullanarak bastırması emredildi ancak bu emri yerine getirmedi. Rus Hükümeti bu itaatsizlikten dolayı Dudayev’i askeri birliği ile Grozni’ye sürdü. Dudayev 1990 yılı Mayıs ayında görevinden istifa etti. 1990 yılının Kasım ayında gerçekleşen “Çeçen Ulusal Kongresi”ne davet edildi ve icra kurulu başkanı seçildi. 19–21 Ağustos 1991’de Gorbaçov’a karşı yapılan başarısız darbe teşebbüsü sırasında darbecilerin karşısında yer aldı. Darbecilerle işbirliği yapan Çeçen-İnguş Cumhuriyeti Hükümeti’ni düşürmek için başlatılan halk hareketinin başına geçti. 27 Ekim 1991 tarihinde yapılan seçimlerde %85 oy oranıyla Çeçenistan Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi. Çeçenistan’ın bağımsızlığını tanımayan Rusya’nın 1994 yılında başlattığı saldırılar karşısında Çeçen direnişinin liderliğini yürüttü. I. Çeçen-Rus Savaşı’nda önemli başarılara imza atan Dudayev, 21 Nisan 1996 tarihinde düzenlenen bir suikast sonucu şehit edildi… basayev_1601.jpg Ocak 1965 yılında Çeçenistan’ın Vedeno Köyü’nde dünyaya geldi. 1987’de Moskova’da mühendislik eğitimi aldı. Askerliğini Sovyet ordusunda yaptı. 1991 yılında bağımsızlığına kavuşan Çeçenistan’a döndü ve Rusların gizli örgütleri ile mücadele etmek için kurulan özel birlikleri yönetti. 1992 yılında Çeçen birliklerinin komutanlığından Kafkas Halkları Konfederasyonu Birlikleri’nin komutanlığına atandı. 1994 yılında Vedeno cephesinin kumandanlığını yaptığı esnada Ruslar tarafından evi bombalandı ve ailesinden 11 kişi hayatını kaybetti. 1996 yılının Nisan ayında Çeçen Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetler Komutanı oldu. Nisan 1997’de başbakan oldu ancak kısa bir süre sonra istifa etti. Çeşitli bölgelerdeki Rus saldırılarına karşı direnen Çeçenleri yönetti ve komutanlık yaptı. 1 Ağustos 1999’da yapılan Caharkale Çeçen-Dağıstan Halkları Kongresi’nin ikinci toplantısında İslam Şurası kuruldu ve Basayev başkan seçildi. 10 Temmuz 2006 tarihinde, İnguşetya’nın Ekazevo Köyü’nde bulunduğu askeri konvoydaki bir patlayıcının infilak etmesi sonucu şehit oldu mashadov4_1601.jpg 1951 yılında Kazakistan’da sürgünde doğan Aslan Mashadov, 1957 yılında altı yaşındayken ailesi ile birlikte Çeçenistan’a geri döndü.Sovyet ordusunda topçu subayı olarak göreve başlayan Mashadov, 1972’de Tiflis Askeri Topçu Akademisi’nden mezun oldu. Macaristan, Litvanya ve Rusya Federasyonu’nun bazı bölgelerinde Sovyet ordusunda görev yaptı. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ordudan ayrıldı ve 1992 yılında Çeçenistan’a geri döndü. Çeçenistan’ın bağımsızlık mücadelesine katılarak Genel Kurmay Başkanlığı’na yükseldi. Bağımsızlık mücadelesinde büyük başarılara imza atan Mashadov’un Birinci Rus-Çeçen Savaşı’nın kazanılmasında büyük payı vardır.27 Ocak 1997’de seçimlerde %63 oy ile Çeçen İçkeriya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu. Bu dönemde ve 1998 yılında iki suikast girişimine uğradı. Mashadov, Şubat 2005 tarihinde ateşkes ilan ederek Rus Hükümeti ile barış görüşmeleri yapmayı önerdi ancak bu öneri Moskova tarafından reddedildi. 8 Mart 2005 tarihinde diğer Çeçen liderler gibi Rus özel birlikleri tarafından düzenlenen operasyonda öldürülerek şehit oldu zelimhanyandarbiyev02copy_1601.jpg 2 Eylül 1952 tarihinde Kazakistan’da dünyaya geldi. Çeçenistan Devlet Üniversitesi Filoloji Bölümü’nden mezun oldu. Çeçen-İnguş Cumhuriyeti Basın ve Yayınevi’nde görev yaparak iş hayatına başladı. 1989 yılının Haziran ayında Çeçen bağımsızlığı için mücadele eden ilk gruplardan Bart Teşkilatı’nı, 18 Şubat 1990 tarihinde Vaynah Demokratik Partisi’ni kurdu. 27 Ekim 1991 tarihinde seçimlere katıldı ve başkan olarak seçildi. 1993’de cumhurbaşkanı yardımcısı oldu. 1996 yılında Dudayev’in şehit edilmesiyle cumhurbaşkanı oldu. 27 Ocak 1997 tarihinde gerçekleşen seçimlerde cumhurbaşkanlığı görevini devretti. 1999 yılında Rusya’nın Çeçenistan’ı ikinci kez işgaliyle başlayan savaşta, mücadelenin önde gelen isimlerinden oldu. Çeçen halkının mücadelesini uluslararası kamuoyunda gündeme getirmek için muhtelif İslam ülkelerinde konferanslar verdi. Aslan Mashadov’un resmi temsilcisi sıfatıyla yürüttüğü diplomatik ilişkilerle de Çeçen mücadelesini siyasi arenaya taşıdı. 23 Şubat 2004′te arabasına konulan bombanın patlaması sonucu şehit oldu 14f978985501c15d7_1601.jpg 1967 yılında Çeçenistan’ın Argun şehrinde doğdu. Ünlü Çeçen din adamlarından eğitim aldı. Çeçenistan Devlet Üniversitesi Filoloji Bölümü’nde eğitim gördü ancak savaşın başlaması ile eğitimini bıraktı. Çeçence, Arapça ve Rusça bilen Sadullayev, Çeçenistan’daki İslami direnişin aktif savunucularından oldu. Birinci Çeçen-Rus Savaşı’na katıldı. Bu dönemde Çeçen televizyonunda vaazlar ve farklı bölgelerde konferanslar verdi. Bir dönem Argun Cemaati Başkanlığı’nı ve Argun Camii imamlığı yaptı. 1999 yılında Cumhurbaşkanı Mashadov tarafından Şeriat Anayasası Devlet Komisyonu’na atandı. İkinci Çeçen-Rus Savaşı’nın başlaması ile Çeçenistan Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı Argun Gönüllüler Birliği Başkanlı’ğını yaptı. 2002 yılında Şeriat Mahkemesi Başkanlığı’na ve Devlet Savunma Komitesi Şeriat Mahkemesi Komisyon Başkanlığı’na atandı. Aslan Mashadov’un şahadetinin ardından cumhurbaşkanı oldu. 17 Haziran 2006 tarihinde Argun’da Rus askerleri ve işbirlikçileri ile girdiği çatışma sonucu şehit oldu… foto_omar_al_mukhtar_81.jpg Ve 11 Eylül 1931… Ömer Muhtar ve yanındaki bir kısım mücahidîn Sılanta mevkiinde iken İtalyan istihbaratı onun varlığını haber almıştı. Vadiyi her yönden saran kuvvetlerin oluşturduğu çemberi yarmanın imkanı yoktu. Mücahidler son nefeslerine kadar çarpıştılar. Ömer Muhtar burada yaralandı ve esir düştü. Önce Sûse’ye sonra Bingazi’ye 60 km uzaklıktaki Suluk’a götürüldü. Burada İtalyan birliklerinin genel kumandanı Graziani’nin karşısına çıkartıldı.Bu görüşmede İzzet-i İslamiyesi ile öyle harika cevaplar vermiştir ki, bu taş kalpli general onun hakkında şunları yazacaktır: “Odama girdiği andan çıkıp gittiği ana kadar onun vakar ve haysiyetine son derece hayranlıkla bakıp durdum.Onun tavır ve davranışlarını çok beğendim ve hayran.Mücahidlerin teslim olması teklifini red eden Ömer Muhtar 15 Eylül 1931 günü İtalyan sıkıyönetim mahkemesi tarafından göstermelik bir duruşmaya çıkarıldı. Ve Graziani’nin daha önceden emrettiği gibi idam kararı veren mahkemenin yüzüne şu tokadı savurdu: “Hüküm ve karar yalnız Allah’ındır.Sizin bu sahte ve uydurma hükmünüzün hiçbir geçerliliği yoktur. İnna lillah ve inna ileyhi raciun (Biz Allah’ın (kulları) yız ve sonunda ona dönücüleriz.”Aynı gün toplama kamplarından getirilen binlerce Libyalının gözleri önünde gayet sakin ve korkusuzca idam sehpasına çıktı. Fecr suresinin son ayetlerinden, Ey huzura ermiş nefis! Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön ayetleri dilinde virdi zebandı… Özgürlüğü için her şeyi göze aldığı yeşil dağlarına son bir kere daha baktı ve bir milleti yetim bırakarak ebed alemine doğru kanatlandı. Yer Suluk çarşısı idi…Allah (cc) rahmet eylesin.Biz asla teslim olmayız. Ya kazanırız, ya ölürüz. Bizden sonraki nesillerle de savaşacaksınız. Bana gelince, ben cellatlarımdan daha uzun yaşayacağım… Ömer Muhtar hattab31.jpg Hattab Çeçenistan’a ilk geldiğinde hemen kendi grubunu kurmuştu. Özellikle 1996 yılının nisan ayında yaptığı ünlü Shatoi baskınından sonra adını duyurdu ve Rusya’nın en çok aranan isimleri arasında yerini aldı. Bu baskında yaklaşık 50 mücahid bir Rus konvoyuna pusu kurarak köşeye sıkıştırmıstı ve 30 askeri kamyon ve 20 tanktan olusan dev konvoyu tamamen imha ederek 2 saat içinde çoğu subay 350 Rus askerini öldürdükten sonra neredeyse bir mucizeyi başarıyordu. Çatışmanın sonunda mücahidler sadece 3 şehid vermişlerdi.Savaş bittikten sonra Şamil Basayev’le beraber askeri bir kamp açan Hattab burada 600 mücahide askeri eğitim veriyordu.Ve o yiğit savaşçı bir münafığın elinden şehadet şerbetini içti.onun ölümün hak olduğuna ve allahın takdir ettiği zamanda geleceğine manı sonsuzdu.birçok kez ölüm tehlikesi atlatmasına rağmen bu güne kadar gelmişti.ve şehadet onu zehirli bir mektubla buldu. Onun şehadetini yanında bulunan bir kardeşimiz şöyle anlatıyor; Birlikte oturuyorduk.çok sevdiği bir arkadaşından mektub geldi.(onu şehid eden munafık)mektubu açtı ve okumaya başladı. O sırada yemek yiyordu.mektubu okuduktan bir süre sonra bir halsizlik başgösterdi.Ve arkasından yüksek ateş.Bizi çağırdı ve” beni okuyun galiba cinler musallat oldu” dedi.Okumaya başladık.Ertesi gün şiddetli bir kusma başladı.Zehirlendiğini anlamıştık.Onu tedavi etmek için uğraşıyorduk.Lakin zehr elinden yediği yiyeceğe oradanda vucuduna iyice yayılmıştı.bi süre sonra görme melekesinide kaybetti. Tekrar bizi çağırdı ve ‘’ben şehid olacağım kagıt kalem getirin ve son vasiyetimi yazın” dedi bu sırada kan kusuyordu. Vasiyetini bitirdikten yaklaşık 3 saat sonra iyice ağırlaştı ve bi süre sonra şehadet getirerek şehid oldu. Müminlerin komutanlarından ibnul hattab bu şekilde rabbine uçtu.onun şehadeti başta çeçenistan olmak üzere bütün islam coğrafyasında üzüntüyle yankılandı. Müslümanlar önemli bir komutanını kaybetmişti.ama hattab hayatında kendi gibi birçok mücahidide yetiştirmeyi başarmıştı.Zalimlere öldürücü darbeler indirmişti. Onun hayatı bütün müslüman gençlere örnek bir hayattı. Dünyaya meyl etmeyişi, ümmet bilinci ve takvası ile herkeze örnekti. O yaşadığımız yüzyılın komuyanıydı. O da diğer kardeşleri gibi rabbine gitti. Rabbimiz onu firdevsinde ağırlasın ve onu peygamber efendimiz ve şehidlerimizle haşretsin inşallah…Allahtan istiyorum ki beni cehennem azabından korusun. Bana merhamet etsin ve cennetlerine yaklaştırsın. Ondan firdevs-i Ala’yı istiyorum’ Şehid komutan İbnul HATTAB aliya-1231.jpg 1925 doğumlu olan İzzetbegoviç 24 yaşında İslâmcılık suçundan 5 yıl hapis yattı. Cezaevinden çıktıktan sonra önce hukuk, sonra ziraat fakültesini bitirdi. 25 yıl avukatlık ve bir inşaat firmasında yöneticilik yaptı. 1970 yılında İslâm Manifestosu adlı bir kitap yazdı. Bu kitap 1983`te kovuşturmaya uğradı. 12 Müslüman aydınla birlikte tutuklandı. 1950 öncesinde kurulmuş olan Mladi Müslümani adlı örgütü yeniden örgütlemek suçundan 14 yıl hapse mahkum edildi. Mahkumiyetini çekerken, Yargıtay bu cezayı 11 yıla indirdi.¼br> 1989 yılında Yugoslavya`nın dağılma süreci sırasında ilan edilen af sonucu özgürlüğüne kavuştu. 1990 yılında İslam Manifestosu`nu yeniden bastırdı. Bu kitap İzzetbegoviç`in İslâmi kimliğinden ziyade, siyasi kararlılığının ve mücadelesinin bir simgesi oldu. 1990’da ortak yönetimin başkanı seçilen İzzetbegoviç, 1992-1995 Bosna Savaş’ında anahtar rol oynayan isimler arasında yer almış, sağlık sorunları nedeniyle 2000 yılında başkanlıktan ve partisinin başkanlığından çekilmişti. Daha önce iki kez kalp krizi geçiren İzzetbegoviç, 10 Eylül 2003’de evinde aniden bayılması ve düşerek 4 kaburga kemiğini kırması üzerine hastaneye kaldırılmıştı. 78 yaşındaki Boşnak lider, daha sonra iç kanama geçirmişti. Eski Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç, Saraybosna hastanesinde 19 Ekim 2003 günü vefat etti. raduyevselmaneenistan_1601.jpg Kendi vatanımı savundum. Biz Rusları çağırmadık. Onlar gelip bizim vatanımızı işgal ettiler. Biz savaş istemedik, onlar gelip bizimle savaşmak istediler. Askerlerimizle savaşmak yerine çocuk, kadın ve yaşlı insanları öldürdü. Sizin, benim hakkımdaki hükmünüz ceza değil mükafattır. Allah’ın bana verdiği ömrü, O’nun yolunda ve kendi vatanıma harcadım. Her şey, Allah’ın elinde. O istediği zaman ben buradan çıkarım. Ben, önce Allah’ın sonra komutanım Cehar Dudayev’in askeriyim. Savaştığım için asla pişman değilim.“Yalnız kurt” olarak tanınan Salman Raduyev I. Rus-Çeçen Savaşı’nın kazanılmasında başarı gösteren komutanlardandı. Çeçenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Dudayev’in damadı olan Raduyev, bir süre Gudermes Belediye Başkanlığı görevinde bulundu. I. Çeçen Savaşı sırasında, Çeçen halkının özgürlük mücadelesinin sembol isimlerinden oldu. 9 Ocak 1996 tarihinde Dağıstan’ın Kızılyar Kasabası’na bir baskın düzenleyerek buradaki Rus askerlerini rehin aldı. Raduyev ve beraberindekiler Rus güvenlik güçlerinin kuşatmalarına rağmen ağır kayıplar vermeden Çeçenistan’a döndü. Bu olayın ardından Rus Hükümeti Çeçen direnişçilerle aynı masada oturarak ateşkes anlaşması imzalamayı kabul etti. Raduyev, Mart 1996 tarihinde başından ağır yaralandı, bir gözünü ve kafatası kemiğinin bir bölümünü kaybetti. 13 Mart 2000’de ise Ruslar tarafından esir alındı. Ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Raduyev, Rusya’nın Permi bölgesinde gördüğü işkence sonucu iç kanama geçirerek şehit oldu foto45791.jpg ALLAH’ım! Ümmetin suskunluğunu Sana şikayet ediyorum! Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!.. Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!.. Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim!.. Tek isteğim benim gibi, Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!.. Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında?.. Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok,ALLAH için ve ümmetin namusu için kızacak?.. Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak!.. Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? .. Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken!.. Omuzlarımıza el verecek ve göz yaşlarımızı silecek bir bakış!.. Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri,ALLAH için kızmaz mı!? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye; Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! diye çağıramaz mı!?.. Buna da mı gücünüz yetmiyor!?.. Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak: Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!.. Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek!.. Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!.. Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin!.. Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!.. Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın!.. Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! .. Temennimiz, ALLAH’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır!.. Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! ALLAH aşkına, bari aleyhimize olmayın!.. Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!.. ALLAH’ım! Sana şikayette bulunuyorum Sana şikayette bulunuyorum.. Sana şikayette bulunuyorum.. Gücümün azlığını, imkanımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikayet ediyorum..Sen mustazafların RABBisin Sen bizim RABBimizsin Bizi kime bırakıyorsun?.. Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?.. ALLAHım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına sana şikayette bulunuyorum… Sana şikayette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı ve Birliğimiz bozuldu Yollarımız ayrıldı Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini Sana şikayet ediyoruz…  
Bugün 27 ziyaretçi (50 klik) kişi burdaydı!
ÇİÇEKLERİN ÇİÇEĞİ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol